Blog

Yazılar

Susan Wolf: “Mutlu olmak ve varoluşun hazlarını tatmak bizi tamamıyla tatmin etmez.”

Susan Wolf: “Mutlu olmak ve varoluşun hazlarını tatmak bizi tamamıyla tatmin etmez.”

PhiloMag dergisinin Ekim 2023 tarihli bu röportajını İlker Kocael çevirdi.

“Hayatın anlamı” üzerine verdiğiniz bir konferansın girişinde akademisyenlerin bu konuyla pek ilgilenmediğini söylüyorsunuz. Bu nasıl oluyor?

Mantıksal pozitivizme bağlı gelenekte, felsefe yalnızca açık, net, hakkında güçlü ve ikna gücü yüksek argümanlar sürülebilir nesnelerle ilgilenen bilimsel bir disiplin olmaya heveslenir. Hayattaki anlama dair her şey ise tersine muallaktır. İlerleme kaydedebileceğiniz ya da önemli bir keşifte bulunabileceğiniz bir alan değildir bu. Filozofların bu alana şüpheyle yaklaşmasının başka bir sebebi de şudur: bu mesele dinden pek de ayrı tutulmaz. Birçoğu hayatın anlamsız olduğunun bariz olduğu cevabını vermeye eğilimlidir; her ne kadar moral bozucu olsa da bunun üzerine söylenecek pek bir şey yoktur. Ben buna katılmıyorum! Bu meseleyi ele almanın iki yolu var. Birinci yol hayatın genel olarak anlamı olup olmadığını sormaktan, takip etmemiz gereken bir amacın varlığını sorgulamaktan ibaret. Yani neden buradayız, neden hiçbir şey yerine bir şeyler var sorularını sormaktan bahsediyorum. Bu metafizik bir sorgulamadır, ancak bu sorgulamayı dinden azade bir şekilde yapmak da mümkündür. Meseleyi ele almanın ikinci yolu ise hayatı anlamlı kılan şeyin ne olduğunu sormaktan ibarettir, bu da hayata insanların perspektifinden yaklaşmayı gerektirir: Bazı hayatları diğerlerinden daha anlamlı kılar gibi görünen şey nedir?

Anlattıklarınız hangi açıdan mutlu hayatın ne olduğunu sormaktan farklılaşır?

Bu meselelerin birbiriyle ilgisi yok diyemeyiz, bu meseleler bir noktada kesişirler. Belki bir örnek üzerinden ilerlememiz daha kolay olur. Bir hayat hoş anlarla dolu olabilir -iyi restoranlarda yemek, sinemaya gitmek, seyahat etmek…- ancak bizi gerçekten gururlandıran unsurlar bakımından eksik olabilir. Böyle bir hayat süren biri kolaylıkla şu noktaya varabilir: “Peki tüm bunlar ne için? Öldüğümde hayatım herhangi bir fark yaratmış olacak mı?” Mutlu olmak ve varoluşun hazlarını tatmak bizi tamamıyla tatmin etmez. Peki ya başardıklarıyla gurur duyan ve dışarıdan baktığımızda “Yaşadığına değdi” diyeceğimiz hayata sahip insanlar mutlu mudurlar? Bundan kesinlikle emin olamayız. Anlamı olan eylemler çoğunlukla zorluklarla doludur, risklidir ve bizi zaman zaman rahatsızlık verecek durumlara sokabilir. Dolayısıyla anlamsız ancak mutlu bir hayatınız olabilir ya da hayatınız anlam dolu olabilir ancak pek mutlu değilsinizdir. Eğer etik meselesini de hesaba katarsak işler daha da çatallanır.

Bunu anlamak için sanatçılardan örnek verebiliriz. Picasso’nun ahlaki açıdan iyi bir hayat sürdüğü kesin değildir, ancak sanat alanında yaptıklarını ve bu yaptıklarının ona sağladığı tatmini düşündüğümüzde hayatının anlamlı olduğuna şüphe yoktur. Dolayısıyla bir hayat ahlaki açıdan iyi olmasa bile anlam dolu olabilir. Ayrıca bana öyle geliyor ki kendini buna mecbur hissettiği için hayatını bir davaya adayan kişi -örneğin ailesinden ya da çevresinden gelen güçlü bir teşvikle kendini tıbba adayan biri- tatmin hissinden uzaktır. Kendini takdir edilmiş hissetmeyi bırakın, çok yüksek ihtimalle içinde bulunduğu duruma yabancı hissedecektir. Mutluluk arayışı ve ahlaken iyi hayat arasında üçüncü bir yol vardır: anlam arayışı.

Hayatlarımızda daha fazla anlam aramak ne anlama gelir?

Zaman ayırdığımız şeyin buna değip değmeyeceğini değerlendirmemizi sağlayacak nesnel ve öznel değerlerin bir karışımını arıyoruz. Birinci kriterimiz, söz konusu etkinliğe yönelik sevgimiz, tutkumuz. Ancak bu etkinliğin diğer taraftan uğraşmaya değer bir etkinlik de olması gerekiyor, burada nesnel kriter devreye giriyor. Bir süre kendimi sudokuya verdim. Gittikçe daha gelişmiş bulmacaları çözüyordum, kendimi gerçekten geliştiriyordum. Ancak bir süre sonra kendime şunu sordum: “Bunun ne anlamı var?” Hiçbir anlamı yoktu tabii. Artık kendimi geliştirmiyordum, kapasitemi arttırmıyordum. Onca vakit ayırdığınız şeyin aslında hiçbir anlamının olmadığını fark ettiğinizde küçük bir çöküş yaşıyorsunuz.

Peki kayasını heyecanla yuvarlayan Sisfos’un hayatının anlamı neden olmasın?

Camus, Sisifos’u mutlu biri olarak düşünmemizi ister, ancak şu düşünce deneyini bir hayal edelim: Diyelim ki tanrılar Sisifos’a acısaydı ve kayasını itmekten müthiş mutluluk duymasını sağlayacak bir maddeyi ona enjekte etselerdi, onun hayatı daha mı anlamlı hâle gelecekti? Bir etkinliğe heyecan duyarak kendini kaptırmak yetmez, bu etkinliğin aynı zamanda kayda değer bir etkinlik olması gerekir. Bir kayayı yuvarlamanın -sudoku çözmek gibi- kayda değer bir etkinlik olmadığını kabul ediyorum. Asıl istediğimiz şey, yaptığımıza değeceğine inandığımız bir şeyi yapmak değil, gerçekten yaptığımıza değecek bir şey yapmaktır. Benim nesnel kriterden anladığım şey bu. İnsan dünyasının dışında bunu kesin olarak belirlememizi sağlayacak mutlak bir kriterin var olduğunu söylemiyorum. Değere sahip bir şeyle sahip olmayan bir şey arasında ayrım yapmak çok güç. Bunun için bu konu üzerine tartışacak bir topluluğa ihtiyaç var. “Bu etkinlikte, tüm vaktinizi bu etkinliğe ayırmanıza değecek şey nedir?” Eğer bu soruya tatmin edici cevaplar bulabiliyorsanız -özellikle başka insanların da makul bulabileceği cevaplardan bahsediyoruz- o zaman her şey yolunda demektir!

Fransızcada anlam (“le sens”) aynı zamanda yön fikrine de işaret ediyor: neredeyse geometrik bir “ana hat” imgesi size bir şey çağrıştırıyor mu?

Sanıyorum ki İngilizce konuşanlarda da bu fikrin muadili mevcut, benim hiç katılmadığım bir fikir bu. Bu fikre göre en anlamlı hayat net bir amaca, hedefe sahip bir hayattır. Ne pahasına olursa olsun bu hedefe ulaşmaya çalışırsınız, dikkatinizi başka hiçbir şeyin bozmasına izin vermeden. Eğer hedefinize ulaşırsanız, özellikle de bu “doğru” bir amaçsa, hayatınız da anlam dolu demektir.  Benim öne sürdüğüm, sevilmeye değer ve olumlu şekilde bağlandığımız nesnelere yönelik sevgimizden kaynaklanan anlam anlayışına bir alternatif olabilir bu. Dahası, ben kendimi çoğulcu bir perspektifte konumlandırıyorum. Değerlerin, veçhelerin çoğulluğu bize nereden baktığınıza bağlı olarak bir hayatın anlama sahip olup olmadığının değişebileceğini söyler. Dolayısıyla tek bir hattı izleme fikri bana çok ilgi çekici gelmiyor, çünkü bu fikir birçok olasılığı saf dışı bırakıyor. Başkalarının etkisiyle yeni değerlere açılmak, olmadık bir anda ortaya çıkan bir şeye kapılmak bana daha heyecan verici bir seçenek gibi görünüyor.