Blog

Yazılar

Sartre, Beauvoir’a Karşı: “Cehennem Başkalarıdır”

Sartre, Beauvoir’a Karşı: “Cehennem Başkalarıdır”

Philosophie Magazine dergisinde yayımlanan bu metni Ayşe Hazal Özçelik çevirdi.

“Cehennem, başkalarıdır” diye yazmıştı, Jean-Paul Sartre. Abbé Pierre Vakfı’nın yakın tarihli bir kampanyası, söz konusu alıntıyı, “Cehennem, başkalarından kopmuş olan kendimdir” diye düzeltiyor. Simone de Beauvoir’ın, Sartre’ın öteki hakkındaki görüşüne atıfta bulunan bir yanıt bu.

Sartre’ın cümlesi tam olarak ne anlama geliyor? Bunu anlamak için, Sartre’ın düşüncesinin temel kategorilerini anımsamak gerek. Sartre, insan “kendi için varlıktır” der: Kendini her şeyden önce mutlak bir özgürlük, deyim yerindeyse bir boşluk, hiçlik, derin bir belirsizlik olarak deneyimler: İnsan, her yöne gidebilir, her şeyi yapabilir ya da tam tersini de yapabilir. “Kendi için varlık” dediğimiz şey, doğal bir belirlenim içinde şeylerin -bir taşın, bir masanın- sınırları dahilinde, kendi içinde hapsolmuş “kendinde varlığın” tam tersidir. Ancak, bu “kendi için” ve “kendinde” dediğimiz iki alan birbirleriyle iletişim hâlindedir… ve Sartre’a göre mesele de burada düğümlenir. Çünkü, bu iki alan başkaları yoluyla iletişim kurar: “Eğer bir başkası varsa, bu başkası kim olursa olsun, nerede olursa olsun, benimle münasebetleri ne olursa olsun (…), bir dışarıya sahip olurum, bir doğaya sahip olurum; kökensel düşüşüm başkasının varlığıdır.” (Varlık ve Hiçlik, Sartre. Çeviri: Turhan Ilgaz, Gaye Çankaya Eksen)

Ötekinin bakışı, beni taşlaştırır. Beni (bir korkak, kıskanç, hasetli… biri olarak) geri dönüşü olmayan biçimde belirler. Beni bir nesneye, kendinde-varlığa dönüştürür. Sartre, “Beni yiyip bitiren tüm bu bakışlar…” der. Öteki ile karşılaşmak nesneleştirir . Varoluşçu filozof Sartre’a göre, özgürleşme her daim, ötekinin hakimiyetinden kurtuluştur. Bu özgürleşme, söylemi ileri götürecek olursak, “insanın başkalarına hükmedemezse nesneye dönüştüğü” sert bir dinamiğe dayanır. Başkalarının beni belirleme yetisini budamak için, onları şeyleştirmem, onlardan kopmam gerekir. O hâlde başkaları, gerçekten de cehennemdir!

Sartre ile Beauvoir arasındaki öteki

Öteki, Sartre’a göre hep bir tehditse de Simone de Beauvoir tarafında durum öyle değildir. Müphemlik Ahlakı Üzerine (1947) adlı eserinde bu noktaya ilişkin olarak Sartre’a doğrudan karşıtlığını gizlemeksizin işaret ettiği şey budur. Beauvoir’a göre, Esasen Varlık ve Hiçlik’in temel ilkelerinden yola çıkarak bir ahlak inşa etmek mümkün değildir.” Beauvoir, bahsi edilen meselenin neredeyse tam tersi şekilde ele alınması gerektiği görüşündedir. O, bu durumu şöyle açıklar: “Ben kendimi ötekinin hakimiyetinden kurtarmaya çalışırken, başkaları da kendini benim hakimiyetimden kurtarmaya çalışır; ben ötekine boyun eğdirmeye uğraşırken, öteki de bana boyun eğdirmeye uğraşır. […] Çatışma, öteki-için-varlığın asıl anlamıdır.”

Bu çatışmadan çıkışın yolu, “ben”in başkalarından kopmasında aranamaz. Başkalarını ne kadar şeyleştirirsem, başkaları tarafından da o kadar şeyleştirilirim. Hatta, başkalarını şeyleştirme eyleminde -örneğin bir evsizin önünden onu bir insan olarak görmeden geçtiğimde- kendimi de şeyleştirdiğim bile söylenebilir. Özgürlük ve yabancılaşma birbirinden ayrılamaz. Asıl talihsizlik, bizi -aynı anda beni ve ötekini- kendi içimize hapseden özcülük vasıtasıyla başkalarından “kopmaktır”. Beauvoir, “Özgürlükler, kendi kendilerine yetemezler; ilişkiseldirler” der.

Yalıtılmış bir ortamda keyfini sürdüğünüz özgürlük, gerçek bir özgürlük değildir. Ona sunulan bitimsiz olanakların büyüsüne kapılarak kaybolup gider. “Geleceğe doğru tek başıma yürüyemem. Tüm adımlarımın birbirinin aynı olacağı bir çölde yitip giderim. İşte bu yüzden, benim aşkınlığıma eşlik edebilecekleri gibi onu aşabilecekleri durumlar da yaratmaya çalışmalıyım insanlar için.” Özgürlüğün gelişebilmesi için başkalarını birer insan olarak görmeye ihtiyacı vardır -çünkü insan olmadan, sadece nesnelerle çevrelenmiş bu hâlimle benim bitimsiz sesim hiçbir yankı, hiçbir çınlama bulamaz. “Seslerimizin boşlukta kaybolmaması için yanı başımda beni duymaya hazır insanlar gerek, bu insanların da benim dengim olması gerek.”

Sen ve ben, özgürüz dünya sahnesinde

Ötekinin özgürlüğü, bilincin mahremiyetinde serpilemeyen, tam aksine dünya sahnesinde ötekiyle iletişime geçmesi gereken kendi özgürlüğümün temeli sayılır. “Ancak Ötekinin özgürlüğü mahirdir benim varlığımı gerektirmeye. Öyleyse benim esas ihtiyaç duyduğum, karşımda özgür insanların bulunmasıdır. (…) Özgürlüğümün gerçekleşmesi için açık bir geleceğe yönelmesi gerek: Bana geleceğin kapılarını açanlar başka insanlardır, yarının dünyasını inşa eden, geleceğimi belirleyen onlardır.” Özgürlükler, kendi içine kapanarak değil, başkalarıyla bir araya gelerek pekişir. Bu da bir araya gelme “durumuna” oldukça hususi bir dikkat ister.

Beauvoir ile Sartre arasındaki diğer büyük fark budur belki de. Sartre’ın radikal ölçüde öznel özgürlük anlayışı, bu anlayışın uygulanmasıyla ilişkili maddi koşullara neredeyse hiç yer bırakmaz. Durum ne olursa olsun insan, vicdanında hep özgür kalır. Beauvoir, meseleyi daha da öteye taşıyor: Özgürlüğüm, ötekinin kendi içine kapanmış, sınırlı özgürlüğüne değil; bu özgürlüğün paylaştığımız bu dünyada etkin bir şekilde dışa vurulmasına,  ifade edilmesine muhtaçtır. Bu açıdan, özgürlüklerin gerçekleşebilmesi için somut koşulların temin edilmesi elzemdir: “İnsanlar, hastalık, çile ve sefalet ile mücadelede özgürlüklerini tüketmesinler diye onlar için sağlık, bilgi, afiyet, boş zaman diliyorum.”

Beauvoir’ın Sartre’ın tam aksine, başrahip Pierre ile birlikte “Cehennem, başkalarından kopmuş olan kendimdir” demesinin kuşkusuz daha birçok sebebi var.